Bugun...



Kaya’dan Önemli Değerlendirmeler’’

‘’Türkiye’nin Deprem Riskini Anlamak : Prof. Dr. Mehmet Ali Kaya’dan Önemli Değerlendirmeler’’

facebook-paylas
Güncelleme: 05-12-2023 22:50:31 Tarih: 05-12-2023 22:23

Kaya’dan Önemli Değerlendirmeler’’

 BEDİRHAN YILMAZ : Kariyerinizdeki gelişim sürecinizi anlatır mısınız?

 Prof. Dr. Mehmet Ali Kaya : Jeofizik mühendisi olarak kariyerime İstanbul Üniversitesi Yer Bilimleri Fakültesi'nden mezun olduktan sonra adım attım. Akademik tutkum, ikinci sınıftan itibaren şekillendi ve bu alanda ilerlemeyi ideal olarak benimsedim. Mezuniyet sonrasında asistan olarak başladığım akademik yolculuğumda, 1982’de Türkiye Cumhuriyeti'nin son asistan kadrosuna girenlerden biri oldum. Aynı zamanda ilk araştırma görevlilerinden biriyim. Daha sonra doktoramı Akdeniz Üniversitesi'nde uygulamalı jeoloji üzerine tamamladım. Uygulamalı jeoloji, yeraltı suyu aramadan maden araştırmaya, zemin çalışmalarından arkeolojik araştırmalara kadar, 300-500 metreye kadar olan derinliklerde uzmanlık gerektiren bir alandır. Uygulamalı jeoloji alanında uzman birisiyim. Bu süreçte, 30 yılı aşkın bir süredir arkeologlarla iş birliği içinde çalışıyorum. Araştırmalarımız, erozyon veya diğer nedenlerle toprak altında kalmış arkeolojik yapı kalıntılarını araştırarak, kazı tasarımı ve planlamasında arkeologlara destek olmayı amaçlıyor. Bütün bunları yaparken kesinlikle Kültür Bakanlığı'nın onayıyla gerçekleştiriyoruz ve resmî raporu veriyoruz. Yani elimizi kolumuzu sallayarak biz bu arkeolojik alanda çalışacağız diye bir olay yok. 1995-1996 yıllarında, yeraltı suyu ve toprak kirliliği konusuna ilgi duydum ve bu alanda 25 yılı aşkın bir deneyime sahibim. Edirne kentini biliyorsunuz, Osmanlı'nın ikinci başkentidir. Sadece başkent olarak kalmadı. 1453'te İstanbul'un başkenti olmasıyla her ne kadar başkent olma özelliğini kaybetse de Osmanlı döneminde hep önde olan bir kentti. Osmanlı eserleri ve kültürel miras açısından son derece zengin bir kent. Edirne'nin zengin kültürel mirasını keşfetme çabalarımız, Trakya Üniversitesi Bilimsel Araştırma Birimi tarafından desteklenen projelerle sürüyor. 2015 yılında ise Türkiye'nin depremselliği ve deprem bilinci konulu lisansüstü dersi açarak, öğrencilere bu önemli konuda eğitim vermeye başladım.

 B.Y : Şu anda TÜDAM (Trakya Üniversitesi Doğal Afet Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi) müdürlüğü görevini sürdürüyorsunuz. TÜDAM hakkında bilgi verebilir misiniz?

 M.A.K : TÜDAM 2020 yılında kurulmuştur. Yönetim kurulu ve danışma kurulu TÜDAM bünyesinde yer alır. Arkadaşlarımla birlikte çalışıyoruz. TÜDAM'ın 2020'de kurulmasıyla Trakya'da olası doğal afetlere karşı çalışmalarımız hız kazandı. Yönetim kurulumuzla birlikte özellikle deprem, taşkın ve heyelan gibi doğal afetlere karşı önlemler geliştirmek adına çaba gösteriyoruz. Bu doğrultuda lisansüstü düzeyde verdiğimiz dersler ve TÜDAM'ın kuruluşu, gelecekteki doğal afetlere hazırlıklı olma çabalarımızı yansıtmaktadır.

 B.Y : TÜDAM olarak diğer üniversitelerle iş birliği yapıyor musunuz?

 M.A.K : Kesinlikle, bir yönetim kurulumuz ve danışma kurulumuz bulunuyor demiştik. Danışma kurulumuz, diğer üniversitelerden gelen arkadaşlarımızı da içermekte. Türkiye genelindeki üniversitelerle işbirliği yapabilecek bir potansiyele sahibiz. 2023 yılında sınır komşularımızla birlikte planlanmış bir yurtdışı araştırma projesi için 6 üniversiteden 12'ye yakın bilim insanıyla projeye başvurmuştuk, ancak bu gerçekleşmedi. Çünkü sınır komşularımız buna olumsuz yanıt verdi. Paydaşlık konusunda herhangi bir sıkıntımız yok; özellikle kültürel miras araştırmalarında Süleyman Demirel Üniversitesi ve TÜDAM’ın işlevleri ilgili konularda Karadeniz Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi gibi kurumlarla işbirliği içindeyiz.

 B.Y : 1982 yılında 1416 sayılı yasa kapsamında, MEB adına, İTÜ'nin yürüttüğü yurtdışı sınavlarına katılıp uzaktan algılama konusunda master bursu kazandınız. Fakat gitmediniz. Neden?

 M.A.K : İki temel sebep var. Ana sebep, rahmetli babamın pek sıcak bakmamasıydı. Babam her zaman bulunmazdı. İnsanların hayatta ulaşmak istediği hedeflere farklı yollarla ulaşabileceği bir gerçek. Babam isteksiz olduğu için onu incitmek istemedim. İkinci sebep olarak, o dönemde Ankara Üniversitesi'nde asistan olarak göreve başladım. Başladığımda, doktora yapmış, çok düzgün insanlarla karşılaştım. Yurtdışında yayın yapmak o zamanlar pek yaygın değildi. Doktora yapmış birisinin uluslararası alanda yayın yapması olağanüstü bir şeydi. Yabancı dilinizi geliştirirseniz ve araştırmaya açık bir çaba gösterirseniz, insan olarak verimli olabilirsiniz. Eğer gitmiş olsaydım ne olurdu, bunu bilemeyiz. Belki 15 yıl önce profesör olurdum, belki de başka bir şey. Bana kesinlikle farklı bir bakış açısı kazandırırdı. Geldiğim noktada, kendimi ufuklu bir insan olarak görüyorum. Araştırmalarım sırasında jeologlar ve inşaat mühendisleriyle çalıştım. Sayamadığım kadar farklı meslek gruplarıyla çalıştım. Türkiye'de ufkumu genişlettiğimi düşünüyorum. Türkiye'de de böyle şeyler oluyor. Kesinlikle "keşke" demiyorum. Gençlerin gitmesini ister miyim? Evet, isterim. Ama sadece gezmek için değil, yeni bir vizyon kazanmak için gitmelerini isterim. Farklı bakış açılarına sahip olmak için gidilebilir. Sıraladığım bu iki ana sebep, benim gitmememin nedeniydi.

 B.Y : Çevre ve arkeolojik amaçlı, TÜBİTAK desteği dahil, bir çok projenin yürütücülüğünü yaptınız ve sürdürdünüz. Bu projelerinizden kısaca bahseder misiniz?

 M.A.K : 1993 yılında arkeoloji çalışmalarına başladığımı ve Kültür Bakanlığı'nın bilgisi dahilinde olduğunu belirtmiştim. 1995 veya 1996'da TÜBİTAK'tan bir arkeolojik alan için destek aldık ve projenin yürütücüsü ben oldum. Ankara Üniversitesi ile işbirliği yaparak o projeyi tamamladık. Sonrasında benzer şekilde BAP (Bilimsel Araştırma Projeleri) projeleriyle devam ettik. Bu projeler arasında Isparta ve Çanakkale gibi katı atık alanlarının araştırılması, Çanakkale'de deniz suyunun kara içine ne kadar ilerlediği gibi konular yer aldı ve bu çalışmalarımız uluslararası yayınlarla da desteklendi. Gençlere tavsiyem, bu tür projelerin her zaman yapılması gerektiği yönünde. Ayrıca, akademisyenlerin dört temel görevlerinide paylaşmak istiyorum: Birincisi, Türkiye Cumhuriyeti'nde veya dünyanın herhangi bir ülkesinde olmazsa olmaz öğrencileri yetiştirmek ve ders vermek. İkincisi, bilimsel araştırmalar yapmak. Yaz aylarında dışarıda alışveriş yaparken diyorlar ki, siz tatilde değil misiniz? Milli eğitimdeki öğretmenlerin durumu ile kıyaslıyorlar. Diyorum ki, bizim yıllık iznimiz var; öbür süreç araştırmalarımız içindir. Gerek ülkemizde gerekse dünyada akademisyenlerden beklenen en önemli görevlerden birisi dediğim gibi araştırma yapmaktır. Üçüncüsü, sanayi ile işbirliği içinde olmak. Dördüncü olarak idari görevler. Bu görevlerin arasında jüri üyeliği gibi idari sorumluluklar da bulunmaktadır. Bu bağlamda projeler akademik yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır.

 B.Y : Bilimsel çalışmalardan bahsettiniz. Bilimsel çalışmaların, deprem riski yönetimindeki rolü nedir ve hangi alanlarda yoğunlaşır?

 M.A.K : Jeofizik Mühendisi olduğumu belirtmiştim. Sismoloji, ana bilim dallarımızdan biri, ancak doktoramı uygulamalı jeoloji üzerine yaptım. Uzmanlık alanım genellikle 300 ila 350 metre derinliğe kadar olan araştırmaları kapsar. Özellikle arkeoloji ve çevre konularında çalıştığım için uzmanlık alanım genellikle 3-5 metre derinliğe kadar olan yerlerdir. Deprem araştırmalarında TÜDAM olarak doğrudan faaliyet göstermiyoruz. Bu tür araştırmalar için genellikle Kandilli Rasathanesi ve AFAD'dan yardım alıyoruz. Ancak, mühendislik yapılarının özellikleri ve zemin hakkında inşaat mühendislerine bilgi verme gibi bir boyutta çalışmalarımız bulunuyor. Bu bağlamda, deprem öncesi zemin araştırmaları ve inşaat mühendislerine bilgi sağlama konusunda aktifiz. Örneğin, Edirne gibi zaman zaman Meriç ve Tunca nehir taşkınlarının yaşandığı kentte toplanma alanlarının nasıl olması gerektiği gibi konularda araştırmalar yapıyoruz. Üniversitemize bu alanda katkıda bulunarak araştırmalarımızı sürdürüyoruz. Bilirsiniz, bir ay önce depremle ilgili kapsamlı bir 'Her Yönüyle Deprem sempozyumu' düzenlendi. Bu tür etkinliklerde meslektaşlarımızı bir araya getirerek bilgi paylaşımı ve iş birliklerinin geliştirilmesi gibi çabalar içindeyiz.

 B.Y : Bu gibi çalışmaların uygulanması ve sonuçlarının topluma ne tür faydaları olabilir?

 M.A.K : Hem basın yoluyla paylaşımlarda bulunuyoruz hem de sosyal ve fen bilimleri enstitüsünde öğretim üyesiyiz. Danışmanlığını yaptığımız yüksek lisans ve doktora öğrencilerimiz var. Öğrencilerimizin tezlerini bu konulara yönlendirmeye çalışıyoruz ve elde ettiğimiz sonuçları bilim camiasıyla paylaşıyoruz. Bu durum, etki alanı oluşturuyor ve vatandaşlar için faydalı oluyor.

 B.Y : Depremlerin temel nedenleri nelerdir? Açıklayabilir misiniz?

 M.A.K : En önemli neden Levha hareketleridir. Depremlerin oluş mekanizmasını açıklayan levha tektoniği kuramı vardır. Bu teoriye göre, Türkiye için temel neden şudur: güneyimizde yer alan Arap levhası, kuzeyimizde yer alan Avrasya levhasına doğru güneyden bir baskı yapar. Yılda 15 milimetre kadar yaklaşarak Anadolu'yu sıkıştırır; bu sıkışma sonucunda Anadolu, kuzeydeki Kuzey Anadolu fay zonu ve güneydeki Doğu Anadolu fay zonu arasında batıya doğru hareket eder. Kuzey Anadolu fayında yılda yaklaşık iki buçuk santimetrelik batıya doğru bir hareket meydana gelir. Yer kabuğu, viskozitesi nispeten düşük, akıcı bir malzeme ya da elastik bir madde değil; kırılgandır ve bu hareketlere bir süre dayanabilir. Ancak bir süre sonra dayanamayıp kırılır ve bu kırılma enerji açığa çıkararak fay ve deprem meydana getirir. Yakın zamanda İzlanda'da yaşanan deprem fırtınası, tektonik olmayan, yer kabuğuna alttan gelen magmanın sürekli bir baskısı sonucu meydana gelmiştir. Bu tür baskılara dayanamayan yer kabuğu kırılır ve depremlere sebep olur; ancak bu depremler genellikle 5 büyüklüğünü geçmez. Bizim ülkemizdeki depremler ise tamamen tektoniktir ve ana nedenleri, bahsettiğimiz levhaların birbirlerine göre hareketidir. Alp-Himalaya deprem kuşağında yer alıyoruz. Dünyanın en önemli deprem kuşağı ise Pasifik kuşağıdır. Alp-Himalaya kuşağı, dünya depremlerinin %15-16'sından sorumludur ve Türkiye bu kuşağın içerisindedir. Ülkemizdeki depremler genellikle yer kabuğunun ilk 20 kilometrelik bölgesinde meydana gelir. Bu depremler çoğunlukla 8 büyüklüğünün üzerine çıkmaz.

 B.Y : Şu anda deprem uyarı sistemleri yönünde çalışmalar var. Erken uyarı sistemleri fayda sağlayacak mı?

 M.A.K : Erken uyarı sistemlerinin Türkiye’deki depremler çok sığ olduğu için etkili olacağını düşünmüyorum.

 B.Y : Depremler kaçınılmaz bir gerçektir. Türkiye'nin deprem riski konusunda durumu nedir? Hangi bölgeler daha fazla risk altında?

 M.A.K : Benim kişisel görüşüm, AFAD'ın hazırladığı deprem tehlike haritasından da gördüğümüz gibi, Kuzey Anadolu fay zonunun olduğu alan, Doğu Anadolu fay zonu ve Ege graben sistemi dediğimiz Ege'deki bölgeler, haritada en kahverengi renkle gösterilen yerler en riskli bölgeler. Bu durum tartışmasız. Ülkemizdeki depremler genellikle çok sığ oluyor, bu da etkisini artırıyor. Ancak sarı bölgelerin ne kadar güvenilir olduğu tartışılır çünkü, örneğin 6 Şubat 2023'teki Kahramanmaraş depremi, 11 kenti etkilemişti. Bu sebeple, 'bu bölge güvenli/güvenilir değil' demek doğru olmaz. Mesela, benim doğduğum yer ile depremin olduğu yer arasında yaklaşık 400 kilometrelik bir mesafe var; doğduğum yerde deprem hissedilmişti. Dolayısıyla Türkiye'nin hangi bölgelerinin güvenli olduğunu söylemek zor. Ancak Türkiye genelinde yapıların standartlara uygun, depreme dayanıklı bir şekilde inşa edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

 B.Y : Türkiye'deki kentsel dönüşüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

 M.A.K : Kentsel dönüşümün gerekliliğine inanıyorum. Gözlemlediğim kadarıyla, parsel bazında dönüşüm çalışmaları görüyoruz. Benim önerim ise ada bazında yapılan dönüşümlerin daha avantajlı olabileceği yönünde. Bu şekilde, bir arada birçok parselin bulunduğu alanlarda, uygun binalar inşa ederken otopark, okul, cami gibi yapıları da içinde barındırarak daha modern ve yaşanabilir alanlar oluşturulabilir. Yani parsel bazından ziyade ada bazında yapılacak dönüşümler daha uygun görünüyor. Ülke genelinde yapı stoğumuzu yenilememiz gerekiyor. Depremlerde binalarımızın yetersizliğini gördük. Yönetmeliklerimiz gayet iyi olsa da, daha da geliştirilmesi ve iyileştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

 B.Y : Deprem tahminleri yapılıyor. Deprem tahminleri ne kadar güvenli?

 M.A.K : Ben sismolog değilim, ancak konunun uzmanlarıyla çalışıyorum. Tahminlerde genellikle fazla hata olmadığını düşünüyorum. Ancak, deprem tahmini yaparken üç temel parametrenin bilinmesi gerekiyor: depremin büyüklüğü, yeri ve zamanı. Bu üç parametreden herhangi biri eksikse, o tahmini kesin olarak adlandıramayız. Dünya genelinde bu üç parametreyi tam olarak bilen bir insan veya kurum bulunmuyor, ne Japonya'da, ne Çin'de, ne de Amerika'da. Meslektaşlarım sismologlar, Türkiye'nin yılda iki buçuk santimetre batıya doğru hareket ettiğini belirtiyorlar. Bu kırılma bölgelerinde inceleme yapılıyor ve geçmişte meydana gelen depremler incelenerek gelecekteki olası durumlar üzerine tahmin yürütülüyor. Bu araştırmalar, kesin sonuçlar değil, geçmiş verilere dayalı gelecek hakkında tahminler yapmaya yöneliktir.

 B.Y : Beklenen bir Marmara depremi var. Marmara depremi hakkında ne düşünüyorsunuz ve olası depremde çevre illere etkisi ne olur?

 M.A.K : Bu konuda bir araştırma yapmadım. Ne zaman ve nerede olacağıyla ilgili bir bilgim yok. Ancak şunu biliyoruz ki çevredeki tüm iller bu depremden etkilenecek. Etkilenme nasıl olacak? Yıkım etkisi yaşanabilir, yollar kaybolabilir. Bir hareket olduğunda çevre iller etkilenir. 6 Şubat Kahramanmaraş depremi, herkesin etkilendiğini gösterdi. Türkiye olarak büyük bir etkisi oldu ve travma oluşturdu, hemen hemen herkes etkilendi. Zor durumda olan insanlara yardım etmek için harekete geçtik. Marmara depremi de buna benzer bir etki yaratacaktır. Nasıl afet yönetimi koordine edilebilir, bunun üzerine çalışmalıyız.

 B.Y : Son olarak Türkiye'nin depremselliği konusunda neler söylemek istersiniz? Son sözlerinizi alabilir miyiz?

 M.A.K : Türkiye, deprem riski taşıyan bir ülkedir, bu gerçeği göz ardı etmemeliyiz. Bu milyonlarca yıldır devam eden bir durum ve maalesef bundan kaçınamayız. 1999 depremi sonrasında bir deprem panelinde konuşmacı olarak yer almıştım ve konuşmamı tamamlarken şunu ifade etmiştim: Depremde insanlarımızı kaybettik ama insanlığımızı asla. Çünkü bu tür durumlarda yardımlaşma ve dayanışma kültürümüz çok değerli. Her konuşmamda bu noktayı vurguladım. Türkiye'nin depremle mücadele edebileceğine inanıyorum çünkü ülkemizde yüksek potansiyele sahip yetişmiş insanlar var. Kandilli Rasathanesi kurulduğunda Türkiye'de jeofizikçi yoktu; ancak şu an Türkiye üniversitelerinde 50'den fazla sismoloji alanında uzman akademisyen bulunmakta. Bu alanda emekli olmuş hocalarımız da var. Jeolojinin tektonik kısmını inceleyenlerle birlikte depremi ve fayları anlamaya çalışıyoruz. Bu birbirinden ayrılmaz bir bütün. Bu kadar yetkin insan varsa, bu sorunları çözebiliriz. Bu, Türkiye'nin yapabileceği bir şeydir. Yakın bir gelecekte, bu tür felaketlerde kayıplarımızı azaltabiliriz, yıkım olmayabilir. Umudu kaybetmeden ilerlemeliyiz.

 RÖPORTAJ : BEDİRHAN YILMAZ

FOTOĞRAF : ECE AĞIRMAN




Bu haber 278 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER GÜNDEM Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI