COŞKU ÖZHAN BİR YOLCULUK HİKAYESİ
Öncelikle kendimi tanıtarak başlayayım. Adım Coşku Özhan. Kırklareli/Lüleburgaz doğumluyum. Yaklaşık olarak 15 senedir Edirne/Keşan'da yaşıyordum. Geçen sene üniversite dolayısıyla Karabük'te yaşamaya başladım. Türkiye içinde birçok il ve ilçeyi otostop ile gezdim ve hayalim olan avrupa turuna çıkmaya karar verdim. Tabiki otostop ile çıkacaktım. Olaylar silsilesi böylelikle başlamış oldu.
Otostop nedir, neden yapılır, artıları ve eksikleri nelerdir?
Otostop kolunuzu yana doğru açıp, elinizin başparmağını dik pozisyona getirerek otobanda, yolda arabaların geçtiği her yerde yapılan, insanların insafına kalarak seyahat etme türüdür.
Otosopu parasızlıktan yapmıyorum. Yolda olmayı sevdiğim için yapıyorum. Otostopta bindiğim her araçta farklı hikayelerle tanışıyorum. Görmüş, geçirmiş insanların hayat tecrübelerini öğrenmek benim yaşantıma çok büyük katkı yapıyor.
Otostop iyidir, hoştur para vermeden gezebilirsiniz. Ancak yolda kalmayı, güneş altında yanmayı, sırtınızda 15 kilo çanta ile yorgunluğa kafa tutmayı göz önüne almanız gerekebilir. Gün gelir 5 dakika beklemezsiniz ve bir bakarsınız 600 km'lik yolu tek araba ile gelmişsiniz. Gün gelir 5-6 saat beklersiniz ancak kimse durmaz ve bu durumda hiç bir şekilde vazgeçmemeyi öğrenmeniz gerekir.
Avrupaya çıkmadan önce bilinmesi gerekenler.
1) Couchsurfing
Couchsurfing herhangi bir para talep etmeyen, yardımsever insanlardan oluşan bir internet sitesidir. Ağırlıklı olarak gezginleri ağırlayan bireyler vardır. "Nasıl güveniyorsun?" derseniz referans sistemi var. Orada daha önce kalan insanlar kaldığı kişi hakkında yazı yazabiliyor. Olumlu veya olumsuz. Bu sistem ile güvenilirlik sağlanmış oluyor.
2)Hostel
Hostel hotelin 3 küçük modelidir. 4-8-10-12 yataklı yatakhaneleri vardır. Odalarda genellikle gezginler vardır. Odalarda ranza sistemi vardır. Fiyatları ucuzdur.
3)Powerbank
Artık bilmeyen yoktur herhalde. Telefonunuzu sarj edebilmek için kullanılan taşınabilir sarj aleti.
Aşırı derecede ihtiyaç duyuluyor. Gezerken priz bulamayabiliyorsunuz.
Otostopla Avrupa turu nasıl olur?
Edirne'nin Keşan ilçesinden bir arkadaşım ile yola çıktık. Hedefimiz Bulgaristan sınır kapısından çıkmaktı. Otostopa başlayalı 10 dakika dahi olmamıştı doktor bir abi bizi arabasına aldı. Edirne'nin merkezine gitmesine rağmen bizi sınır kapısına kadar bıraktı. Ağustosun başı olduğundan Kapıkule sınır kapısı tıklım tıklımdı. Buda bizim işimizi kolaylaştırıcaktı. Ancak pek öyle olmadı. Türkiye'ye ziyarete gelen gurbetçi aileler çoğunluktaydı. Biz yüzsüzlük yapıp hikayemizi anlatarak acaba arabalarında boş yer var mı diye sormaya başladık. 1 saat süren denemelerden sonra elimiz boş bir şekilde gümrük kapısını geçtik. Bu seferki hedefimiz tırlardı.
4 saat otostop çektikten sonra bir tır durdu ve bizi Sırbistan Belgrad'a kadar götürdü. Sırbistan ucuz bir yer. Sırplar cana yakın insanlar. Hiçbir sıkıntı yaşamadan 12 saat gezdikten sonra gece otostop yapmaya karar verdik. Gece otostop yapılırken dikkat edilmesi gereken en önemli kural üstünüzde parlak eşyaların olması. Aksi taktirde kimse sizi göremez. Bizim şansımız yaver gitti ve 30 dakika otostop yaptıktan sonra peş peşe giden 2 türk tırı bizi aldı. "Nereye gidiyorsunuz" diye sorduğumuzda Almanya Passau sınırı deyince 4 ülkeyi transit geçip direk Almanya'ya vardık. Passau sınırından Deggendorf'a gitmemiz gerekiyordu. Deggendorf'ta bir aile bizi evlerinde ağırlamayı kabul etmişti(couchsurfing ile). Önümüzde 18 kilometrelik bir yol vardı. Almanya'nın bavyera eyaletinde otobanda yürümek yasak olduğundan ara yollardan gitmeye karar verdik. Bir yandan yürürken bir yandanda otostop çekiyorduk. Yaklaşık 6-7 km geride kalmıştı ve hiçkimse bizi almamıştı. Sadece selam verip geçiyorlardı. 10. km'nin sonunda suyumuz bitmişti. Saat 14-15 civarı idi. Güneş adeta yakıp kavuruyordu. Bir köyün içinden geçerken kilise gördük ve su bulma ümidiyle yürümeye başladık. Yürürken arkadaşımla muhabbet ediyoruz ve şu diyologlar geçiyor.
(+ arkadaşım - ben)
+Kilisede su var mıdır acaba?
-Camiilerde nasıl su varsa bence burda da var. Olmalı yoksa devam edemeyiz.
Velhasıl kelam kilisye ulaştık ve su bulduk. Bu bizim için bir dönüm noktası sayılırdı. Bütün mataralarımızı, su şişelerimizi doldurup tekrar yola koyulduk. Otostop çekmeye devam ediyorduk ancak 15. km'nin sonuna geldik hala kimse durmadı. Vazgeçmedik devam ettik ve sonunda bir araba durdu. Amerika asıllı bir kadın ve oğlu. Ters yöne gidiyorlarmış bizi görünce geri dönmüşler. Muhabbet ede ede Deggendorf'a geldik. Arabadan inerken bizim geleneklerimize göre hürmeten el öpülür dedim ve çok şaşırdı. Teşekkür edip kalacağımız eve doğru yola koyulduk. 1 gece orada kaldıktan sonra Münih'e yola koyulmaya karar verdik. Evinde kaldığımız abi bizim otostopla gitmemizi istemedi ve Münih'e tren biletlerimizi aldı. Burjuva şehri Münih'e varmıştık. Buradan sonra hikayeme tekil olarak devam edeceğim yol arkadaşımla rotamız uyuşmadığı için farklı yollara gittik. Münih bozulmamış yapılarıyla ve parklara verdiği önemle gönlümde taht kurdu. ( Bavyeranın başkenti olan Münih'te dikkatimi çeken şeylerden biri 6 katlı binadan daha büyük bina yoktu. Çünkü insanlar illaki şehrin merkezinde yaşayayım demiyorlardı. İlçelerinde kalmak onlara göre daha mantıklı geliyordu. Ki bu başkentin nüfusu 1,5 milyon. )Münih'in sokaklarında kaybolarak gezdim. Çünkü tadı böyle çıkıyordu.
O gece kalacak yerim yoktu ve tren garında matımı ve tulumu sererek uyudum. Sabah uyandığımda dışarı çıktım ve büfeden bir kişi bana seslendi. Oda zamanında gezmiş ve beni çantamla görünce anıları canlanmış. Bana yemek ve içecek ısmarladıktan sonra biraz daha Münih'i gezdikten sonra yola koyuldum. Hedef France, Strasbourg. Yaklaşık 7-8 saatte vardım. Beklentimin üstünde bir şehir ile karşılaştım. İlk dikkatimi çeken Safranbolu'ya benzerliğiydi. Evleri biraz daha renkli, yapıları daha özenli, her mimariyi pazarlayan bir kent. Yine sokaklarında kaybolarak gezmeye başladım ve karşıma devasa bir yapı çıktı. Notre Dam Catedrali. Gözlerim faltaşı gibi açılmıştı. Muhteşem bir mimariye sahipti. İçine girip gezdikçe bendeki etkisi kat kat artıyordu. Yapının en üstüne çıkıp şehri seyretmek için yola koyuldum. Yola koyuldum diyorum çünkü 90 metre yukarı dar merdivenlerden çıkıyorsunuz. Yukarı çıktığımda adeta nefes nefese kalmıştım. Ancak gördüğüm manzara buna değerdi. Strasbourg ayaklarımın altındaydı. 1 saat boyunca manzarayı seyrettim ve şehri dolaşmak için aşağıya indim. Gece olmuştu ve yine kalacak yerim olmadığımdan tren garında kalmaya karar verdim. Ancak tren garı saat gece 1 de kapanıyormuş. Tam uykuya dalmışken sesler duydum ve gözümü açtığımda polis köpeği ağzı bağlı şekilde yukarıdan bana bakıyordu. Polis fransızca birşeyler söylüyordu ancak anlamıyordum. İngilizce konuşabilirmisiniz diye sorunca garın kapanacağını burada kalamayacağımı söyledi. Bende dışarıda garın kapısının yanında yatmaya karar verdim. Tam uyuyacaktım ki yanıma 4 alman gezgin geldi sabaha kadar muhabbet ettik. Bu uyumaktan çok daha iyi geldi bana. Sabah olmuştu ve bitkin haldeydim yatakta yatmayı özlemiştim. Bir hostel bulmak için yola koyuldum ve 10€'ya tek kişilik mutfaklı bir oda buldum. Kendime güzel bir yemek yaptım ve 7-8 saat uyudum. Uyandığımda hava kararmaya başlamıştı tekrar şehri gezmeye çıktım. Ren nehri ve bozulmamış tarihi ile beni büyülemeye devam ediyordu. Son bir kez Notre Dam Katedralini görmek için gittiğimde muhteşem bir şey ile karşılaştım. 10 dakikalık 3 boyutlu ışıklarla yapılmış görsel şov Katedralin üstünde gösteriliyordu. Tek kelime ile büyüleyici.
İleride tekrar uğramak ümidiyle Strasbourg'tan sabah ayrıldım. Sırada Belçikanın başkenti Brüksel vardı. 6 saatlik yolculuk sonrası şehire ulaştım. Brüksel’in dünyaca ünlü Grand Place Meydanı, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de yer alan muhteşem bir yer. Meydana yakın konumda yer alan Manneken Pis (İşeyen Çocuk Heykeli) ise şehrin en önemli ve ünlü simgelerinden biri. Bunlar dışında sahip olduğu sıradışı tasarım ile Atomium'a ev sahipliği yapıyor. Sokakta yürürken bolca Türke rastlayabilirsiniz. Ayrıca Brüksel'in diğer bir simgesi olan bardakta dilim patatesi şiddetle öneririm. O gece yine tren garında yattım gayet rahat ve deliksiz bir şekilde uyudum. Normalde gideceğim yer Amsterdam olmasına rağmen rotada değişiklik yapıp Köln'e gitmeye karar verdim. 4 saatte ulaştım. Gittiğim gibi gördüğüm ilk şey Köln Katedrali oldu. Muazzam büyüklükte ve dokusu hiç bozulmamış. Hemen içine girdim. Pazar günü olduğundan ayin vardı. Bende ortada durmuş etrafa bakıyordum. Omuzuma bir el dokundu. İsa'ya çok benzediğimi ve yukarı bakar pozisyonda durabilir misin? diye sordu. İstediğini kırmadım ve bir kişinin daha hayatına girmiş oldum. Burada 6 saat kaldıktan sonra Prag'a tren bileti aldım. 12 saatlik yolculuk sonrası muhteşem bir şehire geldims . Prag büyülü bir kent, gidip de beğenmeyene rastlamadım. Yüzlerce yıl Bohemya’ya başkentlik eden kent zarif köprüleri, katedralleri, altın şapkalı kuleleri ve kilise kubbeleri, kuğulu Vltava Nehri ile ziyaretçilerini büyülüyor. Pragta 3 gece hostelde kaldım. Toplam maliyeti 20€. 2. gün hostelde 3 Türk otururken birden 22 kişi olduk. Bir an kendimi Türkiye'de hissettim. Farklı hikayeler, yaşantılar, tecrübeler... Ölmeden önce gidilmesi gereken yerlerden biri. 3. günün ardından dönüş yerim olan Berlin'e gittim. Yaklaşık 6 saat süren yolculuk ile. Duvar yıkılmasına rağmen hala yaşantı farkı olan bir yer. Evet doğu ve batı Berlin resmi olarak olmasa da hala var. Ayrıca Berlin Duvarı'da sembolik olarak duruyor. Sanat duvarına dönüşmüş durumda. Berlin Katedrali, Televizyon kulesi, Brandenburg Kapısı(Berlin kapısı) en önemli yerler. Alexanderplatz caddesi boyunca yürürseniz resmen tarihin içinde yolculuk yapmış olursunuz. Gariptir ki Almanlar nehir veya su birikintisi bulduğunda temiz tutup sahil yapıyorlar ve halka açık yüzme alanları oluşturuyorlar. Berlin'de de yüzmedim demem :) Burada Couchsurfing ile Türk-Alman bir ailenin yanında 2 gün kaldım. Muhteşem insanlar ve muhteşem bir oğulları var. Muhteşem dememim sebebi 3 yaşında olmasına rağmen 3 dil bilmesi. Hepsinide akıcı bir şekilde konuşabiliyordu. Artık maceramın sonuna gelmiştim. Uçak ile İstanbul Atütürk havalimanına doğru gitmek üzere kaldığım ailenin yanından ayrıldım. Uçağın kalkmasına 1 saat kala havalimanında oturmuş yaşadıklarımı düşünüyordum ve bir yandan notlar alıyordum. Bu ufak maceramın sonlanmasından dolayı içim bir buruktu ancak ailemin ve arkadaşlarımın yanına döneceğimden mutluydum.
Her son bir başlangıçtır. Seneye hedefim İskandinavya. Norveç,İsveç,Finlandiya,Danimarka.
Sonunda kadar okuduğunuz için teşekkürlerimi borç bilirim. Sürç-i lisan ettiysek affola.
Mustafa Burak Albayrak/Balkan Birikim