Bazı dönemler vardır; ne güneş içini ısıtır, ne rüzgâr ferahlatır. Her şey yerli yerindeymiş gibi görünür ama insanın içi darmadağındır. İşte o zamanlar, sıkıntının içinden geçerken, mutluluğa açılan kapılar sessizce aralanır. Gürültüsüz, gösterişsiz, ama bir o kadar gerçek…
Ben bu kapıları ilk kez bir sabah sessizliğinde fark ettim. Kahvemi içerken, pencerenin önünde oturuyordum. Dışarıda hayat akıyordu ama içimde bir durgunluk vardı. O an, bir martı süzüldü gökyüzünde. Ne bir çığlık attı, ne de yönünü şaşırdı. Sadece süzüldü… Ve ben, onun kanadında bir hatıra buldum: çocukluğumun yaz akşamları, annemin dizinin dibinde dinlediğim Sevdaluk türküleri, bir mendilin ucuna sarılmış özlemler…
Sıkıntı, bazen bir öğretmendir. Sessizce gelir, içini yoklar. Neyi unuttun, neyi bastırdın, neyi erteledin? Hepsini yüzüne çıkarır. Ama aynı zamanda, seni kendine yaklaştırır. Çünkü insan, en çok zor zamanlarda kendini duyar.Her Fırtına Geçer Unutmamak gerekir ki, hiçbir fırtına sonsuz değildir. Bazen sadece sabretmek ve zamanın dalgalarıyla birlikte akmak gerekir. Fırtınalı bir ruh hâli bile, sonunda durulmayı seçer.
Mutluluk, çoğu zaman bir kahkaha değil; bir iç çekiştir. Bir dostun omzuna yaslanmak, bir deftere içini dökmek, ya da sadece gökyüzüne bakıp “geçecek” diyebilmektir. Ve evet, geçer. Her fırtına diner. Her karanlık, sabaha yer açar.
Ben artık mutluluğu büyük kapılarda aramıyorum. Onu, sabahın serinliğinde, bir türküde, bir fincan çayın buharında buluyorum. Sessiz, ama derin. Tıpkı sıkıntının içinden geçerken açılan o kapılar gibi…
